Liderler Panosu
Beğenilen İçerik
Tüm bölümlerde 18-03-2014 de en çok beğeni alan içerik
-
Ma Lin'in inanılmaz performansı. Bu maçı izlemek oynamaktan daha zevkli bence. İlk sette Ovcharov'u önemsemeyen Ma Lin sayılar 10-5 olunca aklı başına geliyor ve birden şahlanıyor. Sonrası Ovcharov için felaket zaten :)3 puan
-
Umur oyun tarzını biliyorum YEO yu dene, ben nasıl Bora'ya dua ediyorsam sende bana dua edeceksin :)1 puan
-
Marka bazında şu iyidir, bu kötüdür diyemem. Ama ortalama bir avrupa-japon lastiğinin fiyatının 100-150 TL civarında değiştiği şu ortamda fiyatı 10-20 dolar arası değişen her lastik ve 30-40 dolar arası değişen her tahta iyidir ve fazlasıyla iş görür. Ekipmana fazla takılmamak gerektiğini anlamanız için bolca ekipman denemeniz gerekiyor. Gün geldiğinde farkedeceksiniz ki oyunu oynayan sizsiniz, ekipman değil. Bir bakmışsınız 100 liralık raketle 500 Liralık raketten daha iyi oynar hale gelmişsiniz. Bunu kavradığınız gün masa tenisi oynamak sizin için daha eğlenceli ve keyifli bir hale gelecektir.1 puan
-
Pozitif psikoloji denilen ve göreli güncel bir psikolojik alan var. Bu alan temelde, mutluluğun psikolojisini inceliyor. Biz insanın mutluluğunu çevresel şartların oluşturduğunu düşünme eğilimindeyiz. Örneğin işimiz, eşimiz, maddi gelirimiz, statümüz, hava sıcaklığı, vb. Bu ve benzeri süreçlerin bizim mutluluğumuz üzerindeki etkisi konusundaki tahminimiz genelde doğrudur. Mesela piyangodan büyük ikramiye çıksa, cidden çok çok seviniriz. Ya da sevdiğimiz bir yakınımız ölse çok üzülürüz gibi. Ancak bu süreçlerin "süresini" tahmin etme konusunda çok beceriksizdir. Piyangodan çıkan büyük ikramiyenin bizim üzerimizdeki etkisi maksimum 3-4 aydır. Ondan sonraki mutluluk düzeyimiz, bu ikramiye çıkmadan önceki haline döner. Ya da diyelim çok sevdiğimiz bir yakınımız öldü, "bir daha asla eskisi gibi mutlu olamam" diye düşünürüz. Ancak araştırmalara göre bunun da süresi maksimum 6 aydır. Zaman, tüm sevinçlerimizin ve üzüntülerimizin izlerini müthiş bir biçimde örtme kudretine sahiptir. Bu verdiklerim abartılı örnekler. Günlük hayatta da çok basit bir biçimde karşılaşabileceğimiz başka örnekler: "O arabayı almalıyım" dersiniz, alırsanız daha mutlu olacağınızı düşünürsünüz. "O kızla/erkekle birlikte olmalıyım" dersiniz, olursanız daha mutlu olacağınızı düşünürsünüz. "O telefonu almalıyım" dersiniz, alırsanız daha mutlu olacağınızı düşünürsünüz. Ya da tam tersi: "arabam yanarsa çok mutsuz olurum", "sevgilim beni terk ederse yıkılırım", "okulu bitiremezsem mahvolurum" vs. Oysa psikolojide hedonik adaptasyon denilen bir süreç vardır; insanların iyi ya da kötü, yaşamlarındaki her türlü değişikliğe uyum sağlama sürecine bu ad veriliyor. nasıl ki bedenimiz çok sıcak olursa terleriz ve bedenimiz kendisini serinletmeye çalışır ya da soğukta titreme başlatarak ısıtmaya çalışır, "ruh"umuz da artı ya da eksi, mutluluk seviyemiz değişince bunu hızla normale getirmeye çalışır. Bizim az çok stabil bir mutluluk seviyemiz vardır. yaşamımızdaki olaylar elbette ki bu mutluluk seviyesini azaltır ya da artırır, ancak mutluluk seviyemizde oluşan bu fark, sandığımızdan çok daha kısa sürer. İnsan sakat kaldıktan, ya da boşandıktan, ya da piyangodan büyük ikramiye kazandıktan, ya da istediği o eve kavuştuktan bir süre sonra mutluluk seviyesi, bu olaydan önceki kendi normlarına döner. Başına gelen bir olayın kendisini yıllardır mutsuz ettiğini söyleyen bir insan, zaten o olaydan önce de mutlu olmayan bir insandır, ancak bunun sebebini kendisinin dışındaki bir olaya bağlamak ona çok daha rahat gelir. Oysa en şiddetli yas süreci bile (araştırmalara göre evlat acısı) en fazla altı ay sürer. Peki varsayılan bu olaylardan önceki mutluluk seviyesini ne oluşturur? Konu ile ilgili birçok araştırmanın (pozitif psikoloji araştırmaları) ortalamasına göre bu seviyenin yaklaşık olarak yarısını genlerimiz belirler; yarısını ise bireyin isteyerek, gönüllü olarak yaptığı zevk verici aktiviteler belirler. Genlerimize yapacak bir şey yok (en azından şimdilik), ancak "gönüllü olarak yaptığımız zevk verici aktivite" kısmında yapacak çok şeyimiz var. Eğer biz gönüllü olarak gidip masa tenisi oynayıp ter döküyorsak ve bu aktiviteyi sıkça yapıyorsak, hayatımızda bunun etkisi, bizim ne kadar para kazandığımızı fersah fersah geçecek ölçüde fazla. Arkadaşlarla akşam buluşup antrenman - maç derken yaptığımız iş, uzun vadede yaşama doyumumuzu başımıza gelebilecek her şeyden çok daha fazla artırıyor. Bu araştırmalara göre çevresel şartların insanın mutluluğu üzerindeki etkisi sadece yüzde 10 civarında. En mutlu insan kimdir söyleyeyim: Küçük çocuklar. Onların da mutluluğunun sebebi içinde büyüdüğü evin konforu, oyuncaklarının miktarı, statüsü vs. değil; gönlünce hoplayıp zıplaması, spor yapması, hareket etmesidir. Yoksa çocuk sahibi arkadaşlar bilirler, yeni bir oyuncağın çocuğu ne kadar mutlu edebileceğini, ancak bunun aynı zamanda ne kadar kısa sürdüğünü... Oysa günümüz toplumunda çocuklar da biz de artık pek hareket etmiyoruz. Ev denilen betondan kutuların içinde oturuyoruz sadece. Dolayısıyla biz de, çocuklarımız da giderek daha mutsuz hale geliyor. Psikolojik araştırmalara göre çocuğa kazandıracağımız bir spor alışkanlığının, onu, dünyanın en iyi üniversitesine gitmesinden bile daha mutlu edeceği gerçeğine karşın... Genel olarak bir çok oyuncunun yenmekle yenilmekle çok fazla meşgul olduğunu gözlemliyorum. Bu manzaranın büyüğünü görmemek demek, ağaçları incelerken ormanı fark etmemek demek. Kendi mutluluğumuz için yapabileceğimiz en iyi şeyi yapıyoruz. Bunun dışında oyunumuzun ilerlemesi ya da kazandığımız madalyalar ancak bir yan etki olabilir; yaptığımız sporun yan etkisi. Esas amacımız her zaman spor olmalı, madalyalar değil... Konuyu daha ayrıntılı incelemek isteyenler için özellikle bu kitabı ya da bu belgeseli öneririm. Başka bir yerde yazdığım bir yazıydı, bu forumla da oldukça ilgili olduğu için biraz düzenleyip paylaştım...1 puan
-
Bir Budist rahibe felsefesinin ne olduğunu sormuşlar. “Çok basit” diye yanıtlamış. “Acıkınca yemek yiyorum, uykum gelince uyuyorum.” Bu yukarıda anlatılan mesel çok basit gibi durmakla birlikte çok derin bir gerçeğe temas ediyor. Geçen World Men’s Cup 2011 turnuvasında Çin Milli Takım Koçu LGL’nin Zhang Jike’ye Joo See Hyuk ile olan maç arasında verdiği tavsiyelerden bir cümle: Her seferinde tek sayı!... Bu cümle, aslında dikkat edin, Zhang Jike’nin tekniğiyle, maç taktiğiyle, kondüsyonuyla vs. ilgili olmayan, fiziksel değil mental bir tavsiye. Buradan yola çıkarak –biraz da asıl alanım olan psikolojiye yakın olduğu için- masa tenisi psikolojisiyle ilgili bir şeyler yazmak istedim. Her seferinde tek sayı, oyuncunun o anki skora değil, setlerin durumuna değil, maçın sonucuna ne kadar yakın olduğuna değil, bir önceki sayıda vuramadığı o bomboş ve yüksek topa değil ya da çektiği harika spine değil, sadece ve sadece o an servis ile başlayacak sayıya odaklanmasını hedefleyen bir söz. Oyuncunun anlık odaklanma gücü ile ilgili bir durum. Yaklaşık 13 yıldır çocuklarla, gençlerle çalışıyorum. 4 yıl Rehberlik ve Araştırma Merkezlerinde zeka testleri uygulayarak, 1,5 yıl hastanede psikolog olarak, kalan sürede de okullarda psikolojik danışman olarak, ama hep çocuk ve genç psikolojisiyle ilgili çalıştım. Bu yıllar içinde gözlemlediğim ve meslektaşlarımın da gözlemlediği en belirgin değişiklik, DEHB dediğimiz tanının ne kadar yaygınlaştığı: Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite. Bu iki durum ayrı ayrı da görülebileceği gibi birçok durumda da birlikte görülüyor. Ve tek başına dikkat eksikliği, tek başına hiperaktiviteden çok daha yaygın. İnanın çocuklarda yaygınlığı son on yılda en az 5 kat artmıştır. Tüm meslektaşlarım ve bazı anne babalar da bunu gözlemlemiştir. Nedeni ile ilgili çeşitli spekülasyonlar var: Kimisi elektromanyetik kirlilik diyor (her yerde televizyonların, telefonların, kablosuz internetin vb. yaydığı), kimisi gıdalardaki hormon düzeyinin artması diyor, hatta çocuklara vurulan aşıların yan etkisi olduğunu içeren yaygın bir komplo teorisi bile var. Psikolojik düzeydeki açıklaması ise şöyle dikkat eksikliğinin: Artık sürekli internette dolaşıyor çocuklar, bilgisayarda oyun oynuyorlar, televizyon ve sinema izliyorlar... Bu araçlar da çocuğu sürekli görsel – işitsel uyaranlar bombardımanı altında bırakıyor. Çocuğun-gencin canının sıkılmaya vakti yok. Canı sıkılmıyor. Ne zaman sıkılıyor? Ders çalışması ya da dinlemesi gerektiğinde. Ya da bir kitap okumak istediğinde. Örneğin kitap okuyan bir insanın gözünün önünde görüntüler olmaz, kitap ses de çıkarmaz. Bu yüzden kişi dikkatini toparlayıp orada olan biteni zihninde canlandırmaya, konuşmaları beyninde seslendirmeye başlar. Bu da zihni aktifleştirir, hayal gücünü zenginleştirir, odaklanma gücünü artırır. Ya da –diyelim tarih anlatan- öğretmenini dinleyen çocuk onun söylediklerini aynı şekilde beyninde kurmaya çalışır. Bu da yine onun odaklanma gücünü artırır. İşte bu insani melekemiz artık giderek köreliyor, öyle ki kitaplar sesli hale gelmeye başlıyor (audio book), derslerde öğretmenler çocuğun dikkatini çekebilmek için (başta bilgisayarlar olmak üzere) görsel- işitsel materyaller kullanmaya başladı. Evet bu şekilde çocukların dikkati daha çabuk toplanıyor ama kullanılmayan kasın zayıflaması gibi, kullanılmayan dikkat gücü de azalmaya başlıyor. Bu çocuk/genç de doğal olarak kitap okumayı sıkıcı buluyor, bu da bir kısır döngü olarak dikkatini daha da zayıflatıyor. Benim neslim (70’lerde doğanlar) ve daha büyüklerim, çocukken kendi oyuncağımızı üretip oynadığımızı hatırlarız. Hatta hiç materyal bulamadığımızda zihnimizden oyun üretip oynardık. Şu anda bir çocuğun yeni bir oyuncakla oynama süresi eskisine göre çok çok kısa. Artık herkes herşeyden çok çabuk sıkılmaya başladı. Boşanma oranının ne kadar arttığına bir bakın, güzel bir örnek olur. Şimdi bu dikkat eksikliği durumu her sene giderek arttığı için dolayısıyla az çok hepimize sirayet etmiş durumda. Gazetelerde bakıyorum, köşe yazarları tek cümlelik paragraflarla yazı yazmaya başlıyorlar son senelerde: okuyucu sıkılmasın diye. İnternette gençler (bu site dahil) cümlelerine nokta koymaya bile üşeniyorlar. Biraz aksiyon düzeyi düşük bir film sıkıcı diye izlenmiyor. Radyo denilen şey ölmek üzere. Kitap okuma düzeyi giderek düşüyor. İnanın öğrencilerin yazısı bile her geçen sene çirkinleşiyor, çünkü yazmayı sıkıcı buluyorlar. Bunun etkisi çok fazla. İnsanlar artık karşısındakinin derdini fazla dinlemek istemiyor, çünkü onun sadece sözel olarak ilettiği mesaj onlara sıkıcı geliyor. Her seferinde tek sayı! Liu Guoliang ‘ın Zhang Jike’ye verdiği bu mesajı yerine getirebildiğinizi düşünün, çok zor bir iş olur ancak elbette faydaları da bir o kadar yüksek olur. Zhang Jike’nin aynı turnuvada final maçında Wang Hao’ya 2-0 yeniliyorken 3. sete nasıl sanki skor 0-0 gibi bir moralle çıktığını unutmayın. Hepiniz biliyorsunuz, eğer bir kişi 9-2 öndeyse ve diğeri durum 9-9 olursa, başta önde olan büyük ihtimalle kaybeder. Çünkü dikkat dağılır, akıl o anki sayıdan gider de kaçırılan o 7 sayıya takılır kalır. WTTC’de Zhang Jike ile Wang Hao finalini hatırlayın: Son sette ZJ 10-5 öndeydi, Wang Hao sanki skor böyle değilmiş gibi gidip cüz yaptı. Ama sonra ZJ’nin suratına bakın, sanki maç yeni başlıyor gibiydi. Geçenki Çin Milli Takımı’nın sırları ismindeki yazıda dikkat edin Çinliler spor psikolojisine ne kadar önem veriyor. Ve bunun ekmeğini de yiyorlar. Maç sırasında ne kadar ciddi olduklarına dikkat edin. Öyle ki Timo Boll’un ya da Chen Weixing’in vs. maç sırasında gülümsemesi bize sıradışı görünüyor. Bir de Ma Long’un oyununa dikkat edin: Tamamen konsantre olmuş durumda. Eminim birçoğunuz çoğu kez durum eşitken ve set sona yaklaşmışken kimin seti alacağını onların mimiklerinden, beden dilinden seziyorsunuzdur. İşte zihnimizin geçmişte ya da gelecekte değil, o anın duygusal etkisinde değil, sadece ve sadece o anda ve o sayıyla meşgul olmasının faydası. Düşünün ki zihniniz o gün olan bitene takılırsa gece yatakta gözünüze uyku girmez. Eğer tam olarak şu anı yaşamıyorsak, şu anımızı verimli kullanmıyoruz demektir. Geçmişi değerlendirmemizin zamanı maç esnası değil sonrasıdır. Tabii ki bu gerçek ciddi, profesyonel masa tenisçileri için, ya da böyle olmayı isteyenler için. Yoksa eğer sadece bir hobi olarak oynuyorsanız oyun oynarken rakibinizle sohbet de edersiniz, başka şeyler de düşünebilirsiniz. Ben de öyle yapıyorum. Ancak en azından ciddi maçlarda bunu yapmaya çalışmak hem oyunumuzun gelişmesi açısından, hem de zihnimizi terbiye etmemiz açısından önemli gibi duruyor.1 puan
-
Sağolsun Bora iltifat etmiş, Bilgisayardan biraz anlarım ama masatenisinde üstat falan değilim, yanlış anlaşılma olmasın1 puan
Liderler panosu zaman dilimi: Istanbul/GMT+03:00
-
Çevrimiçi Kullanıcılar 0 Üye, 0 Gizli, 7 Misafir (Tam liste)
- Şu anda bağlı kayıtlı kullanıcı bulunmuyor
-
Konular